
aöf ilahiyat, aöf ilahiyat ders notları, günümüz fıkıh problemleri, günümüz fıkıh problemleri özet indir, günümüz fıkıh problemleri ders notları indir, ders notları pdf indir
GÜNÜMÜZ FIKIH PROBLEMLERİ
ÜNİTE -1
DİN, FIKIH VE HAYAT
Din sözcüğünün kökeninde biri hâkimiyet ve mülkiyet, diğeri
itaat ve boyun eğme şeklinde zıt yönlü iki anlam vardır. Bu ilişki İslâm
kültüründe ulûhiyet ve ubûdiyet kavramlarıyla ifade edilmiştir. Bu tanımda
ilahî dinin üç önemli unsur ve özelliği vurgulanmaktadır: 1. Gerçek din
özü itibariyle ilahî kaynaklı olup insanın kendi çabası ile ulaştığı beşeri bir
olgu değildir. 2. Dinin muhatabı akıl ve irade sahibi insanlardır. Bu
aynı zamanda dinin kişisel irade ve sorumluluğa dayalı bir tercih konusu
olduğunu anlatır. 3. Dinin aşkın ilahî gerçekliklere olan içsel ve
bireysel inanç boyutunun yanında insan hayatını bütünüyle kuşatan bir davranış
ve aksiyon boyutu da vardır. Tanımda yer alan “hayırlı olana götürme” özelliği
dinin bu işlev ve alanına işaret eder. Dinin genel bir sınıflandırmayla inanç
ve davranış olarak iki temel boyutunun olduğunu söyleyebiliriz. Dinin davranış
boyutu da kendi içinde ibadet, ahlak ve muâmelât (helal-haramlar ve hukukî
ilişkiler) kısımlarına ayrılır.
Fıkıh ve İçtihat Dinî hitap, bu hitaba muhatap
olan mükellef kişi bakımından farz, vacip, mendup, mekruh, haram, batıl, fasit
gibi onun davranışlarını yönlendiren ve bunların dinî açıdan değerini ortaya
koyan şer`î hükümler bütünü olarak anlaşılır ve yerine getirilir. Bunların
tamamına şer`î hükümler veya ilâhî hükümler ya da dinî hükümler adı verilir.
Şer`î hükümlerin dayanağını oluşturan Kur’ân, Sünnet ve diğer kaynaklara da
hükümlerin delilleri veya hükümlerin kaynakları denilir. İşte dinî literatürde
ilk ve en geniş anlamıyla fıkıh, bir veya birden fazla nassı gerektiğinde metin
dışı unsurları da dikkate alarak kendi iç bütünlüğü ve birbirleriyle ilişkisi
bağlamında anlama ve yorumlama faaliyetinin genel adıdır. Hicrî ilk asırlarda
İslâm’ın inanç ve ahlak boyutunu da kuşatacak şekilde zihnî çaba ile elde
edilen dini bilgilerin tamamı için ilim kelimesi ile birlikte fıkıh terimi
kullanılmıştır. Nitekim Ebû Hanife fıkhın tanımını “kişinin hak ve vecibelerini
bilmesidir” şeklinde yapmış ve inanç konularını ele aldığı eserine “en büyük
fıkıh” anlamında el-Fikhü’l-ekber adını koymuştur. Ancak ilerleyen dönemlerde
İslâmî ilimlerde tefsir, hadis, akâid ve kelam, tasavvuf gibi ayrı
disiplinlerin oluşmasına paralel olarak fıkhın kapsamı daralarak sadece ibâdât,
muâmelât ve ukûbât alanlarıyla sınırlı hale gelmiştir. İbâdât, tahâret,
namaz, oruç, zekât ve hac gibi bütün ibadetleri içine almaktadır. Muâmelâtın
içine de gündelik hayattaki bütün helal haramlar başta olmak üzere
kişiler, kurumlar ve toplumlar arasındaki her türlü sosyal, ekonomik, siyasî ve
hukukî ilişkiler girmektedir. Toplum hayatında işlenen bütün suç ve cezalar ise
ukûbât kapsamında düzenlenmektedir. Fıkıh terminolojisinde bu
faaliyeti yürüten kişilere fakih adı verilir. Naslarda hakkında açık bir gönderme
bulunmayan olayları naslara kıyasla veya dinin genel ilke ve amaçlarına göre
çözüme kavuşturma, yani bu olayların bir şekilde dinle bağlantısını kurma
zorunluluğu vardır. Bu işleme de fıkıh dilinde ictihât adı
verilmektedir. İctihât “fakihin şer`î-amelî bir meselenin hükmünü
ilgili delillerden çıkarabilmek için olanca gayretini sarfetmesi” şeklinde
tanımlanmaktadır. Bu melekeye sahip olan kimseye de müctehit adı
verilmektedir. İctihât iki ana unsura dayanır. İlahî iradenin tecelli
ettiği naslar birinci unsuru, bunları anlama çabasının dayanağı olan aklî
çıkarım ise ikinci unsuru oluşturur.
Fıkıh ve Hayat Gerek dinî meselelerle ilgili
soyut hükmün çıkarılması, gerek bunların somut olay ve olgulara uygulanması
yaşanılan hayata ve toplumsal gerçekliğe dair derin bir bilgi, kavrayış ve
analiz gücünü gerekli kılar. Dolayısıyla ictihâdın unsurlarına üçüncü bir unsur
daha katılmaktadır ki, bu da sosyolojik unsurdur.
FIKIHTA HÜKÜMLERİN DEĞİŞMESİ VE YENİ HÜKÜMLER
İslâm’ın bir taraftan özünü ve safiyetini koruyup diğer
taraftan durmadan değişen hayat realitesine uyum sağlama zorunluluğu ve
yeteneği onun bazı hükümlerinde zamana, çevreye ve şartlara göre nisbî bir
değişme olup olmayacağı meselesini gündeme getirmiştir. Bu konu klasik fıkıhta
“ahkâmın tağayyürü (hükümlerin değişmesi)” adı altında ele alınmıştır.
Müslümanların dünyanın birçok bölgesinde farklı kültür, gelenek ve
uygarlıklarla temasa geçmesi sonucunda ilk dönem müçtehitlerince bilinmeyen,
dolayısıyla hakkında mevcut fıkıh birikimi içinde herhangi bir hüküm bulunmayan
yeni meseleler ortaya çıkmıştır. Bunların da nasların lafız ve gayeleri ile ilk
dönem müçtehitlerinin ilke ve yöntemleri doğrultusunda fıkhî bir çözüme
kavuşturulması gerekmiştir. Bu durum fıkıh tarihinde nevâzil fıkhı
diyebileceğimiz yeni bir fıkıh edebiyatının doğmasına ve gelişmesine neden
olmuştur.
Fıkhın Değişme İle Bağdaşmaz Gözüken Özellikleri 1.
Dinî hükümlerin ilahî nitelikli oluşu: Fıkıh, kaynak itibariyle ilahî bir
sistemdir. Fıkhın birinci temel kaynağını oluşturan Kur’an-ı Kerîm bütünüyle
vahiy mahsulüdür. İkinci kaynak olan Sünnetin de vahye dayandığı, en azından
vahyin kontrolüne tabi olduğu kesindir. Bu yüzden o da genel anlamda vahiy
kapsamında değerlendirilir. Fıkhın iki temel kaynağının vahiy oluşu, onun ve
ondan çıkarılan hükümlerin de ilke olarak değişmez ve değiştirilemez oluşunu
gerektirir. Kur’an-ı Kerîm, onu tebliğ eden Peygamber’in bile Kur’an’dan bir
hükmü değiştirmeye yetkisi olmadığını belirtmektedir (bk. Yunus 15). Kur’an’ın
tahriften korunmuş olması, koruyucusunun da bizzat Allah Teâlâ olması (bk.
el-Hicr 19) da Kur’an’ın değişmezliğini garanti altına almıştır. 2. İslâm’ın
kemâle ermiş olması: İslâm dininin tamamlanmış, bütünlüğe ulaşmış, kemâle ermiş
olması da hükümlerin değişmesine engel olarak gözüken hususlardan biridir.
Kur’an-ı Kerîm’de bu husus, “Bugün size dininizi kemâle erdirdim. Üzerinizdeki
nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslâm’ı seçtim ve ondan razı oldum”
(el-Mâide 3) ayetiyle ifade edilmiştir. İslâm bilginleri öteden beri “dinin kemâle
ermesinden” ne kastedildiği konusunda fikir yürütmüşlerdir. Kurtubî gibi bazı
bilginlere göre bununla “İslâm beş temel üzerine kurulmuştur” (Buharî,
"İmân", 34) hadisinde belirlenen ibadetlerin tamamlandığı
kastedilmektedir. Ünlü İslâm âlimi Şatıbî’nin de içinde bulunduğu bir grup
bilgine göre ise dinin kemâlinden anlaşılan dinin tek tek cüz’î/tikel
meseleleri değil temel esasları ve genel prensipleridir.
Fıkhın Değişmeye Açık Olduğunu Gösteren Özellikleri 1.
İslâm dininin evrenselliği: İslâm, herhangi bir coğrafî bölge, zaman veya
ırk ayırımı olmaksızın bütün insanlığa hitap eden bir dindir. Kur’an-ı Kerîm'de
İslâm’ın bu özelliğini anlatan birçok ayet vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
"De ki: Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin hükümranı, kendisinden
başka hiçbir ilah bulunmayan, hayat veren ve öldüren Allah'ın hepinize
gönderdiği bir elçiyim" (el-A`râf 158). "Ey Muhammed! Biz seni bütün
insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu
bilmezler" (Sebe’ 28). 2. Hükümlerin esnekliği: İslâm’ın yükümlülük
getiren hükümlerinin belirli ölçüde esnemeye elverişli bir yapıda olması esas
itibariyle onun evrensellik özelliğinin bir sonucudur. Kur'ân ve Sünnet nasları
yanında fakihlerin hüküm çıkarırken başvurabileceği icmâ`, kıyas, istislâh,
istishâb, istihsân, sahabi kavli, sedd-i zerâi, umûmü'l-belva, örf ve adet gibi
sayı ve çeşit olarak oldukça zengin kaynak ve metotlar vardır. Bunların büyük
bir çoğunluğu niteliği gereği yeni olay ve gelişmeleri karşılayabilecek yetenek
ve esnekliğe sahiptir. Kolaylaştırma İslâm'ın temel amaçlarından
biridir. İslâm insanlara rahmet olarak gelmiş ve daha başlangıçta önceki
dinlerde mevcut olan ağır yükümlülüklerin birçoğunu kaldırmıştır. Dinde
aşırılığı iyi karşılamamış, değişik vesilelerle güçlüğün kaldırıldığını, takat
üstü sorumluluğun bulunmadığın, her şeyde zorluğun değil, kolaylığın esas
olduğunu belirtmiştir. Zaruret ise fıkıhta "dinin yasak ettiği bir
şeyi yapmaya veya yemeye mecbur eden durum" anlamında kullanılan bir
terimdir.
Hükümlerde Değişmenin Alanı ve Sınırları İslâm
bilginleri fıkhî hükümlerde değişmenin ilke olarak mümkün olduğunu kabul
ederler. Bu husus Mecelle ‘de genel ve olumsuz bir ifade ile "Ezmânın
tağayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz" şeklinde ifade edilmiştir.
İslam bilginleri şer`î hükümleri taabbudî ve ta`lîlî şeklinde iki gruba
ayırmaktadırlar. 1. Taabbûdî hükümler: Fıkıhta taabbudî hüküm
kavramı, biri geniş diğeri dar olmak üzere iki anlamda kullanılmaktadır. Geniş
anlamda taabbudî hüküm gerekçesi akılla kavransın veya kavranmasın içerisinde
Allah hakkı bulunan her hükümdür. İslâm bilginleri bu kavramı daha çok dar
anlamıyla ele almışlardır. Bu anlamda taabbudî tabiri fıkıh ve fıkıh usulü
eserlerinde, gerekçesi akılla kavranılamayan, dolayısıyla kıyas ve ictihada
konu olmayan hükümler için kullanılan bir terimdir. 2. Ta’lîlî hükümler: Benzer
şekilde ta`lîl kavramına da ele alındığı bağlama göre farklı anlamlar yüklenir.
En genel anlamıyla ta`lîl, taabbudî olanlar da dâhil olmak üzere bütün şer`î
hükümlerin belirli bir gayeye yönelik olduğunun kabul edilmesidir. Bu gaye,
insanların dünyevî ve uhrevî yararlarını sağlamaktır. Hükümlerde böyle genel
bir amacın bulunduğu konusunda İslâm bilginleri arasında önemli bir görüş
ayrılığı yoktur. İkinci ve dar anlamda ta`lîl ise nasla sabit olan belirli bir
hükmün illetinin tespit edilmesidir. ***Hükümlerin bu şekilde taabbudî
ve ta`lilî şeklinde ayrılması Zâhirîler dışında bütün İslâm bilginleri
tarafından kabul edilmektedir. ***Şatıbî gibi bazı bilginler cezalarla
ilgili hükümlerin taabbudî olmadığını belirtir. Gazali de ceza konularında
ta`lîlin esas, taabbudun nadir olduğunu ve Şâfiîlerin bu konularda kıyasa
başvurduklarını söyler. ***Hanefîler üç mezhep içerisinde taabbud
sahasını en geniş tutanlardır. Onlar ibadet konularının yanısıra ukûbât ve
muâmelât alanına giren pek çok şeyi taabbudî hüküm kapsamında
değerlendirmişlerdir. ***Zâhirîler ise taabbud özelliğini hemen hemen
bütün hükümlere yaymaktadırlar. Onlar bir hükmün taabbudî olması için hangi
sahaya ait olduğuna değil, nasla sabit olup olmadığına bakarlar. Bu genel
değerlendirmeden sonra klasik fıkıhtaki baskın eğilimi dikkate alarak şer`î
hükümleri taabbudîlik açısından şu şekilde gruplandırmak mümkündür:
İnançla ilgili hükümler: Bunların taabbudî
olduğu konusunda ittifak olup bunlarda herhangi bir değişiklik söz konusu
değildir. İbadetlerle ilgili hükümler: Bunlar insanın Allah'la
ilişkisini düzenleyen ve konuluş gerekçesi ve biçimleri akılla anlaşılmayan
hükümlerdendir. Dinin aslından kabul edilen bu hükümlerin Allah nasıl
emretmişse o şekilde yerine getirilmesi gerekir.
Miktarlarla ilgili
hükümler (Mukadderât): İslam dininde bazı hükümler belirli miktarlar
ifade etmekte ve bunların bizzat Şâri` (Allah ve Resulü) tarafından
belirlendiği kabul edilmektedir. Fıkıh terminolojisinde bunlara mukadderât adı
verilmektedir. Miras payları, kadınların iddet günleri, hadler (ceza
miktarları), kefaretler, hayvanların boğazlanma şekli, zekât nisap ve oranları
bu hükümlerin başlıca örneklerini oluşturur.
Haramlar ve helaller: Haram,
yapılması dinen kesin ve bağlayıcı bir ifade ve üslupla yasaklanan fiildir.
Haramın karşıtı olan helal ise dinen izin verilmiş, hakkında şer`î bir
yasaklama ve kısıtlama bulunmayan davranışı ve onun dinî hükmünü ifade eder.
Kur'ân-ı Kerîm'de bir şeyi helal veya haram kılma yetkisinin sadece Allah'a ait
olduğu bildirilir
Muamelâtla ilgili hükümler: Fıkıh usulü
açısından muamelatla ilgili hükümlerde asıl olan taabbud değil, ta`lîldir. Bu
yüzden kıyas ve içtihadın en fazla işletildiği alan muâmelât alanıdır. Bununla
birlikte klasik fıkıhta az da olsa bu alanlarda da taabbudî hükümlerin
bulunduğu kabul edilmektedir.
Nevâzil Fıkhı Nevâzil, Arapça nâzile
kelimesinin çoğuludur. Sözlükte "sonradan meydana gelen, insanlar için
zorluk veya sıkıntı doğuran durum" anlamına gelir. Kelimenin fıkıh
edebiyatında kullanıldığı başlıca anlamlar şunlardır. 1. Nevâzil
kelimesi, fıkıh tarihinin ilk dönemlerinde genel olarak yeni ortaya çıkan ve
hakkında şer`î bir hüküm verilmesi gereken mesele ve olayları ifade etmek üzere
kullanılmıştır. Bu kelimeyi sözü edilen anlamda en fazla kullanan fıkıh çevresi
Malikî mezhebidir. 2. Hanefi mezhebinde de nevâzil kelimesi belirli bir
süre yeni ortaya çıkan fıkıh meseleleri için kullanılmıştır. Fakat Ebû Hanîfe
ve öğrencilerini kapsayan ve selef adı verilen dönemden sonra bu mezhepte gerek
fıkıh düşüncesi gerek literatür sahasında önemli değişiklikler olmuştur. Bu
süreçte nevâzil kelimesi de Hanefî fakihlerin ortaya koydukları bir grup fıkhî
görüşü toplu olarak ifade eden özel bir terim haline gelmiştir. Hanefî
mezhebindeki görüşler bilgi ve delil değeri bakımından üç gruba ayrılır. Birinci
grupta usul meseleleri yer alır. Aynı zamanda zâhirü'-rivâye adı da verilen
bu görüşler Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Muhammed eş- Şeybanî'den rivayet edilen ve
Muhammed'in meşhur altı kitabında yer alan görüşlerdir. İkinci grupta nevâdir
meseleleri yer alır. Bunlar da yine Ebû Hanîfe ve öğrencilerine nispet edilen
ancak sonraki nesillere daha zayıf senetlerle aktarıldığı için zahirü'r-rivaye
eserlerine girmeyen görüşlerdir. Bu görüşleri derleyen kitaplara da nevâdir
eserleri adı verilir. Üçüncü grup ise nevâzil görüşlerinden meydana
gelir. Bunlar da Ebû Hanîfe ve öğrencilerinden sonra gelen ve meşâyih adı
verilen mezhep müçtehitlerinin ictihad, tahrîç, tercîh gibi mezhep içi istidlâl
metotlarını kullanarak ortaya koydukları görüşlerdir. Hanefî literatüründe bu
özel terim anlamıyla nevâzil kelimesi yerine aynı anlamı taşıyan vâkıât ve
havâdis terimleri de kullanılır. Bu üç kelimenin de tekil halleri "sonradan
veya aniden meydana gelen" anlamını içerir. Nevâzil türünden eserlerin bir
kısmına fetâvâ adının verildiğine de rastlanmaktadır. Hanefilerde nevâzil
görüşlerini toplayan ve günümüze ulaşan ilk eser Ebu'l-Leys es-Semerkandî'nin
Kitâbü'n-Nevâzil adlı eseridir. Daha sonra meşayih tarafından bu nitelikte
birçok eser hazırlanmıştır. Nâtıfî'nin el- Vâkıât, Sadruşşehîd'in el-Vâkıât,
Kâdîhân'ın el-Fetâvâ ve Keşşî'nin Mecmû`u'n-nevâzil ve'l-havâdis ve'l-vâkıât
adlı eserleri bunlar arasında en fazla tanınan eserlerdendir. 3. Günümüzde
Arapça üretilen çağdaş dinî literatürde nevâzil kelimesi ilk dönemlerdeki genel
anlam ve içeriğine uygun olarak yeni ortaya çıkan ve dini açıdan çözülmesi
gereken fıkhî problemleri ifade etmek üzere yeniden kullanılmaya başlanmıştır. Modern
fıkıh çalışmalarında yaygın bir şekilde kullanılan fikhü'n-nevâzil (nevâzil
fıkhı) deyimi de fıkıh ilminin günümüz fıkıh problemlerini ele alan özel bir
alt dalı olarak literatürde yerini almıştır. Günümüzde belirtilen nitelikte çok
sayıda eser kaleme alınmıştır. Bunların bir kısmının adında nevâzil kelimesi
veya türevleri geçmektedir. Bir kısmı ise "kadâyâ mu‘âsıra",
"kadâyâ müstecedde", "mesâil mu‘âsıra", "fetâvâ
mu‘âsıra" gibi başlıklar taşımaktadır. Bunların hepsi yaklaşık olarak
"çağdaş fıkıh meseleleri/problemleri" anlamına gelmektedir.
GÜNÜMÜZ FIKIH PROBLEMLERİNİN OLUŞMA SEBEPLERİ
Her
alanda yaşanan bu hızlı gelişme ve değişim birçok dinî problemi de beraberinde
getirmektedir. Günümüzde klasik fıkıh geleneği içinde halledilmiş birçok
meselenin yeniden ele alınması zorunlu hale geldiği gibi dinî açıdan
çözümlenmesi gereken pek çok yeni konular ve problemler de ortaya çıkmıştır.
Örneğin ulaşım araçlarındaki gelişme ve yerleşim merkezlerinin büyümesi
yolculuk mesafesi, namazların birleştirilmesi, uçakta ve otobüste namaz, mikat
yerleri gibi meselelerin yeni şartlar ışığında yeniden ele alınmasını
gerektirmiştir. Benzer şekilde tıp ve gen teknolojisindeki gelişmeler organ,
doku ve yumurtalık nakli, beyin ölümü, ötenazi, tüp bebek, taşıyıcı annelik, kürtaj,
cinsiyet tercihi, kök hücre ve klonlama, estetik operasyon gibi pek çok konunun
fıkhî açıdan çözüme kavuşturulmasını gerektirmiştir.
Günümüzün kökten değişen maliye, finans ve ticaret alt
yapısı klasik fıkıh geleneğinde ele alınmayan birçok yeni kurum, kavram ve
meseleyi fıkıhçıların gündemine taşımıştır. Modern şirket tipleri, bankacılık,
yeni para sistemi, kıymetli evrak, faiz, kredi kartı, enflasyon, sigorta, yeni
akit türleri bunlara örnek olarak verilebilir. Günümüzde özellikle gayri Müslim
toplumlarda yaşayan Müslümanların karşılaştığı dinî meseleleri ele alan yeni
bir fıkıh alanının gelişmekte olduğu görülmektedir. Fıkhın bu alanı
fıkhü'l-ekalliyât, fıkhü'l-câliyât gibi isimlerle anılmaktadır.
GÜNÜMÜZ FIKIH PROBLEMLERİNİN ÇÖZÜMÜ
Temel Yaklaşımlar 1. Modernist/tarihselci yaklaşımlar:
Köken olarak Batı’ya ait olan bu yaklaşım her şeyin tarihe göre
değiştiği ve tarihsel olanın evrensel olamayacağı temel düşüncesine
dayanmaktadır. Bu anlayışa göre Kur'ân ve Sünnet nasları da belirli tarihî şartların
ürünüdürler ve bu bakımdan tarihseldirler.
2. Yeni selefîci yaklaşımlar: Bu
yaklaşım klasik fıkıh birikimi ve geleneğini büyük ölçüde yok sayan veya
reddeden bir anlayışa sahiptir. Aslî kaynaklara dönüş çağrısını dillendiren ve
ictihada aşırı vurgu yapan bu yaklaşım, fıkıh üretiminin ilk dönemlere
gidilerek oradan yeniden başlatılması fikrini savunmaktadır. Gelenekten kopuk
ve gerçekle irtibatı zayıf olan bu yaklaşım da günümüz fıkıh problemlerini
çözmede yeterli bir yaklaşım olarak görülmemektedir.
3.
Gelenekselci/taklitçi yaklaşımlar: Bu yaklaşımların sahipleri, belirli
mezheplerin fıkıh eserlerinde yer alan görüş ve açıklamaları çoğunluk
itibariyle evrensel ve değişmez hükümler olarak görürler. Bunların günümüz
fıkıh problemleri için de yeterli çözümler sunduğunu, dolayısıyla yeni
içtihatlara çok fazla ihtiyaç olmadığını düşünürler.
4. Akademik
yaklaşımlar: Bu yaklaşımlar da klasik fıkıh geleneğindeki yöntem ve
görüşlere büyük değer verirler ve günümüz fıkıh problemlerinin çözümünde
öncelikle bunlara başvururlar. Ancak kendilerini tek bir mezhebin metot ve
görüşleriyle bağımlı saymayıp meseleleri gerektiğinde mezhepler üstü ve delil
odaklı bir bakışla mukayeseli olarak ele alırlar. Bu yaklaşımları benimseyenler
arasında nasların lafızlarını esas almakla birlikte istihsân, maslahat, makâsıd
(dinin ana gayeleri) gibi kavram ve prensiplere çok fazla gönderme yapanlar
bulunduğu gibi güncel problemler karşısında aşırı kolaylaştırıcı bir tavır
sergileyenler de bulunmaktadır.
Temel Esaslar ve Genel Prensipler Yeni
problemlerle ilgili çözüm arayışlarında bazı esasların dikkate alınması
zorunludur. Bunlardan önemli gördüklerimiz şunlardır:
1. Günümüz fıkıh
problemlerine getirilen çözümlerin İslâm bilginlerinin üzerinde icmâ` ettiği ve
İslâm ümmetinin başlangıçtan beri aynı şekilde uygulayageldiği temel esas ve
hükümlere ters düşmemesi gerekir. Bunlar İslâm dinini sembolize eden ve
zarûrât-ı dîniye adı verilen kesin emir ve yasaklardır.
2. Bu çözümlerin
fıtratı, yani Allah'ın koyduğu dengeyi ve yaratılışı bozmaması, insanın onur ve
haysiyetini zedelememesi ve temel etik ve ahlaki değerleri ihlal etmemesi
gerekir.
3. Güncel dini problemlere ilişkin doğru kararlar verilebilmesi
için öncelikle ilgili olay veya meselelerin bütün yönleriyle çok iyi
araştırılıp incelenmesi, bu konuda ihtiyaç duyulması halinde konunun
uzmanlarından da bilgi alınması gerekir.
4. Bu problemlerin çözümünde
her bir meseleyle ilgili özel delillerle birlikte dinin ana gayelerinin de göz
önünde tutulması gerekir. Bu durum hem ilgili hükmün belirlenmesi hem de
bunların somut olay ve olgulara uygulanması aşamasında geçerlidir. Dinî değer
ve hükümler bu genel amacı gerçekleştirmedeki önem ve öncelik sırasına göre üç
gruba ayrılmaktadır. Çatışma durumunda bu önceliklerin dikkate alınması
gerekmektedir. Birinci sırada zarûrîyat adı verilen beş tümel değer
vardır. Bunlar da dinin, canın, aklın, malın ve neslin korunmasıdır. İkinci
sırada temel ihtiyaçlar anlamında hâciyât yer almaktadır. Alışveriş,
kiralama, evlenme, boşanma gibi işlemlerin çoğu bu kategoridedir. İslâm dini
hâcî maslahatlara zarûrî olanlara gösterdiği öneme yakın bir ölçüde ilgi
göstermiştir. Üçüncü sırada ise tahsîniyyât adı verilen değerler
bulunur. Temizlik, yeme, içme ve giyinme ile ilgili pek çok hüküm bu kategoriye
girer. Bazı İslâm bilginleri özellikle muamelâta ilişkin hükümler için bir de
makâsıd (amaçlar) ve vesâil (vesileler, araçlar) ayırımı yapmaktadırlar.
Makâsıd bizatihi amaçlanan iş ve işlemlerle ilgili hükümleri, vesâil ise
bizatihi amaçlanmış olmayıp başka hükümlerin tam ve istenilen şekilde
gerçekleştirilmesi için aracı olarak teşrî kılınmış hükümleri ifade eder.
Mesela alışveriş, kira ve evlenme akitleriyle ilgili temel hükümler makâsıd
niteliğinde, evlenme akdinde şahit ve ilan, rehin akdinde rehinin teslimi ise
vesâil niteliğindedir.
En çok başvurulan fıkıh kuralları şunlardır: "Eşyada
asıl olan ibahadır.", "Zaruretler yasakları mubah hale
getirir.", "Zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur.",
"Sıkıntı kolaylaştırmayı getirir.", "Şek ile yakîn zail olmaz
(Kuşku ile kesin bilgi ortadan kalkmaz).", "Zarar izale
olunur.", "İki zarardan daha hafif olanı tercih edilir.",
"Genel zararın giderilmesi için özel zarara katlanılır.",
"Mefsedetlerin giderilmesi menfaatlerin elde edilmesinden önce
gelir.", "Örf ile belirlenen nas ile belirlenmiş gibidir."
Bireysel ve Kurumsal Çalışmalar Birçok
güncel meseleye ilgili görüş ve fetvaları bulunan bilginlerden bazıları
şunlardır: Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Abdülhalîm Mahmûd, Mevdûdî, Tâhir
İbn Âşûr, Mahmud Şeltût, Mustafa ez- Zerkâ, Câdülhak Ali, Ahmed Şerbâsî,
Muhammed Salih el-Useymîn, Abdülaziz İbn Bâz, Yusuf el-Karadâvî, Ramazan
el-Bûtî, Hayreddin Karaman, Faruk Beşer, Halil Gönenç. Bazı çalışmalar ise
günümüz fıkıh problemlerinin belirli bir yönünü, alanını veya konusunu ele almaktadır.
Bunlar ibadetler, tıp, ekonomi, aile hayatı, gıda gibi özel alanlarla ilgili
olabildiği gibi, zekât, yatırım bankaları, kredi kartları, sigorta, organ
nakli, klonlama, mahkeme yoluyla boşanma, telif hakları gibi daha dar ve
spesifik konularla ilgili de olabilmektedir. İslâm dünyasının birçok ülkesinde
güncel dinî meseleleri görüşüp çözümler ve kararlar üretmekle görevli daimî
araştırma merkezleri, fetva kurulları ve akademiler kurulmuştur. Biz burada
bunlardan en fazla tanınan birkaç tanesi ile ilgili kısa bilgi vermekle
yetineceğiz.
1. Mısır'da Ezher'e bağlı İslâm Araştırmaları Akademisi: 1961
yılında kurulmuştur. Farklı İslâm mezheplerini temsil eden elli üyeden
oluşmaktadır. Bunların bir kısmı yirmi üyeyi aşmamak üzere Mısır dışındandır.
Akademi 1964-1977 yılları arasında güncel dinî meselelerin tartışılıp karara
bağlandığı sekiz ilmî konferans düzenlemiştir.
2. Dünya İslâm Birliği
Fıkıh Akademisi: 1976'da Mekke'de kurulmuştur. Başkan ve vekili dışında
yirmi üyesi vardır. 1978-1985 yılları arasında gerçekleştirdiği yedi toplantıda
önemli konuları görüşüp karara bağlamıştır. Bunlar Akademi tarafından çıkarılan
dergide yayımlanmıştır. Bu toplantılarda ele alınan konulardan bazıları
şunlardır: Organ nakli, otopsi, cinsiyet değiştirme, sigorta, nüfus planlaması,
ru'yet-i hilâl, Müslüman-gayri Müslim evliliği, Cidde'de ihrama girmek,
kutuplara yakın bölgelerde namaz vakitleri, menkul kıymetler ve borsa.
3.
İslâm Konferansı Teşkilâtı Fıkıh Akademisi: 1983 yılında İslâm
Konferansı Teşkilatı’na bağlı olarak kurulmuştur. Merkezi Suudi Arabistan'ın
Cidde şehrindedir. Başlıca kuruluş amacı dünyanın her tarafındaki Müslümanların
karşılaştıkları çağdaş dinî problemlere çözümler üretmektir. Akademi, her yıl
düzenli olarak toplanmaktadır. Bu toplantılarda önceden belirlenen konularda
bildiriler sunulmakta, bunlar etrafında tartışmalar yapılmakta ve ulaşılan
kararlar açıklanmaktadır. Ayrıca bunların tamamı Akademi'nin çıkardığı
Mecelletü Mecma‘i'l-Fıkhi'l-İslâmî dergisinde yayımlanmaktadır. Akademi'de ele
alınan konuların büyük çoğunluğu günümüz fıkıh problemleriyle ilgilidir.
4.
Avrupa Fetva ve Araştırma Kurulu (ECFR): Avrupa'da yaşayan
Müslümanların dinî ihtiyaç ve problemlerine çözüm üretmek üzere kurulmuş
merkezi İrlanda'nın Dublin kentinde olan bir kuruldur. Kurul’un ilk açılış
toplantısı 1997’de Londra’da yapılmıştır. Başkanlığını Yusuf el-Karadavî'nin
yaptığı Kurul'un tüzüğünde asil üyelerin prensip olarak Avrupa havzasında
ikamet eden ilim adamlarından seçilmesi, ayrıca gerektiğinde belli koşullarla
başka bölgelerden de üye kabul edilmesi öngörülmektedir.
5. Türkiye
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu: Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın en üst ilim, istişare ve karar organı olan kurul bir başkan ve
on beş üyeden oluşur. Kurul bünyesinde çok sayıda uzman da görev yapmaktadır.
Yorum Gönder